Günaydın...
Bu sabah gökyüzü, tuvaline fırça darbelerini esirgememiş bir ressamın elinden çıkmış gibiydi.
Pencereden usulca süzülürken izlediğim kızıl ve mavi bulutlar, havada
asılı kalmış binlerce hikayenin sessiz tanıkları gibi süzülüyordu.
Ne çok yaşanmışlık, ne çok sevda, ne çok keder...
Hepsi o yumuşak, pastel tonların içinde erimiş,
birbirine karışmış. Sanki her bir kızıl ton, yürek yakan bir aşkın ya da
tutkunun izini; her bir mavi ise o aşkın ardından gelen sonsuz bir dinginliği,
belki de derin bir hüznü taşıyor.
Bu bulutlar, sadece su
buharı değil; birikmiş anıların, susturulmuş çığlıkların ve uçup giden
dileklerin ruhu.
Ve işte o an, gözüm o
eşsiz, o kaçınılmaz sınıra takılıyor; koyu mavi deniz ile buluştukları derin
çizgi.
O çizgi... O kadar keskin, o kadar belirgin ki... Sanki hayatın kendisi. Mavi ve kızılın o muhteşem karmaşasında kalan her şeyi –güzellikleri, kederleri, umutları– tek bir hareketle ayırıyor. Tıpkı bir dönüm noktası gibi.
O keskinlik, geçmişte kalanın ve gelecekte başlayacak olanın net bir ayrımı değil mi?
Bize,
yaşadığımız o karmaşık anların bile bir sonu olduğunu, bir sonraki ana geçişin
kaçınılmaz olduğunu fısıldıyor.
O çizgide durup,
"kızıl mavide kalan" tüm o yoğun güzellikleri son bir kez içime
çekiyorum.
Belki de bu hayatın sırrı, tam da o keskin ayrımda gizli.
Olanı olduğu gibi kabul edip, yeni
bir ufka doğru yelken açma cesareti...
Siz de bu sabah
gökyüzüne baktınız mı? Sizin kızıl mavi bulutlarınız size ne fısıldadı?
✍🏻 Özlem Karagöz Uzun

Yorum Gönder